16 Haziran 2008 Pazartesi

The Terminal


Terminal filmi Tom Hanks in sempatik yüzüyle insanı gerçekten yer yer hüzünlendiren herhangi bir amerikan yapımı gibi gözüksede aslında hem amerikan toplumunun konulara yaklaşımını hemde bizim konumuza daha yakın olarak ait olma hissini ve belli kalıpların bozulabilirliğini anlatıyor.
Filmin geçtiği mekan gayet tanıdık bir mekan aslında bir havaalanı; tanıdıklıgının sebebi ise bu mekanın her ülkede dünyanın her yerinde aynı olması. Havaalanları tren istasyonları gibi mekanlar insanların hep geçip gittiği yerler oldugundan hep bir tekrar halindedir, birbirinin benzeridir. Kişi kendini oraya ait hissetmez ve kurulu düzen sentetiktir.
Bu aslında geçiş alanı olmasıyla da ilintili çünkü kullan at bir mekan yaratılıyor sentetik olması da bunu tamamlıyor. Kullan at bardakta içilen bir kahveye duyulan yakınlığın derecesi ve işyerlerinde ki oralarda tamamen sahiplenilemez ama buna bir girişim olarak kendi bardaklarını kupalarını kullanan çalışanlar.
Böyle yerler "none-places" yani olmayan yerler olarak da tanımlanıyor. Her aksam temizleniyor ve ertesi güne yeniden sıfırdan başlıyor dolayısıyla bir hafızası da olmuyor. Buna hem amaç hem de sonuç denebilir çünkü terminal durulmak istenmeyen beklenmek istenmeyen bir yer oldugundan ,amaç orayı hafızasız bir mekan haline getiriyor ve aynı anda bunuun sonucuylada hafızasız bir mekan oluyor.
Filme dönersek konu bize böyle bir yok yerin nasıl ait hissedilebilinecek bir yer haline getirilebileceğini gösteriyor aslında ingilizcedeki house-home ayrımındaki gibi evin bir yuva haline dönüştürülmesini sindire sindire kurulu düzenin yanlışlıklarına da değinerek anlatıyor.
Öncelikle baş rolde Tom Hank in canlandırdıgı Viktor Navorski karakteriyle terminal müdürünün arasındaki çarpıcı karşıtlık var. Müdür karakteri burda sisteme bir gönderme olarak kurgulanmış Viktor ise sistemdeki bir hata bir pürüz olarak görülüyor.
Ülkenin dilini bilmiyor, kendi isteğiyle olmasada terminal den çıkamadıgı için ordaki kurulu düzeni bozuyor. Bu süreç içinde izleyici zaman aralıgından koparılıyor kaç gün kaç hafta kaldıgı belirtilmiyor birnevi zaman paranteze alınıyor. Ve bir süre sonra onun orda belli bir zorunluluk sonucu bulunması yani kendi rızası dışında bazı değişimlere yol açmaya başlıyor ve belki de bu sayede orda çalışan hergün aynı şeyleri yapan insanların hayatına da bir bakış kazanıyoruz ve Viktorun bu yok alanı evi haline getirmesinin ardından böyle yerlerin bunun gibi bir değişim geçirebileceği sistemin aslında göründügü kadarda güçlü olmadığını görüyoruz. Mekanlara yeni fonksiyonlar yeni anlamalar katıyor hatta insanlara bile. Bu noktada tuvalette traş oldugu adamın "Bazen kendini havaalanında yaşıyormuş gibi hissetmiyor musun?" sorusu bu duruma bir gönderme.
Viktor un yarattığı bu değişiklik bir nevi bir text in bozulması anlamına geliyor ve eğet mimari açıdan yaklaşırsak bize mimarlık text i yazmak yaratmak mı yoksa önceki lerden fotokopi çekmek mi sorusunu sorduruyor.
Çünkü aslında toplumda yaşamanın getirdikleriyle herkes belli bir text e uygun yaşıyor ona uygun önceden belirlenmiş birbirinin aynı hayatlar. Ama aslında durum bundan biraz farklı Anadoluya yapılan uydu kentlere yerleşen oralı insanların çatılarına inek çıkarması 8 inci katta kurban kesmesi bunlar hep alışılmış hayatların yani yuva olarak benimsenmiş yaşam şekillerinin bir şekilde sokulmaya çalıştıkları o prototip hayatlardan taşmasının sonucu. Mimarın görevi insan ın ihtiyaçları çevrenin getirdikleri ve ana amaç doğrultusunda en uygun çözümü üretmek gibi duruyor bu durumda ,mekanların eleştirilmesi kişilerle alakalı oluyor hep ama misal evsizler
onlar için bütün bir kent yuva oluyor nerde en iyi çöpü nerde artık yemeği bulacağını biliyor. Bizim taksimin arka sokaklarında kaç sokak aşağıda yürürsek başımızın belaya gireceğini bilmemize benzer bir durum bu.
Ve sonuç olarak eğer herşey bu kadar insan odaklı ise textlerin dışına çıkmak da gayet önemli , mevcut text bozulmalı, her durum her topluluk her ortam için ayrı ayrı düşünülmüş şeyler yaratılmalıki kullanıcı mimarın ürettiği text i bozar durumda değil ona aşina durumda yerleşsin içine. İşte tam da bu noktada o text lerden uzak o yakıştırmalardan o zorunluluklardan ve ezberletilmişlerden kurtuldugumuz anda gerçek bir mimar olarak birşeyler yaratılabilineceğine inanıyorum.

Hiç yorum yok: