16 Ocak 2010 Cumartesi

this is how it goes down!

cumartesi
haftanın yorgunluğu üstümde olsun diye iki dakikalık saygı durusunda durdum
sonra dişlerimi fırçaladım
sonra biraz bağırdım
daha birinci ayın onaltısıydı
ben şimdiden tam yirmi üç buçuğumu geçmiştim
frenleri patlamış(ki işin aslı öyle değil patlayan birşey yok başka bir durum halk arasında patlama deyimi yerleşmiş sadece) bir kamyondan hallice yirmi dördüme doğru durdurulamaz bir hızla ilerliyordum.
awesome görünen düzen abidesi hayatımı
hani
iyi aile
iyi sevgili
iyi okul
iyi evlat
dörtgenini
ayrı ev
ayrı iş
ikizlerine takas etme hayalleri beni almış götürmüştü
ağzımın sağından akan barcelona çikolatasının tadını almak bile miğdemi alt üst ediyordu
ve hava gene istanbulun az bulunan sürümünün kalitesiyle soğuktu
gene tankerleri izledim.
birazda pink bağırdı.
sonra sessizleştik.
valizime kayan gözlerimi tekrar ekranıma odakladım
her gidenin ardından yazılan yazıları toplasam iyi kitap olurmu diye düşündüm
her insanın hayatından en çok giden bir diğer insanın da ancak ve ancak kendi olabileceğini düşündüm gene
yedekle yedekle
yedekle dedi bana
yedeklerle
devam etmenin çikolata kadar bulandırıcı olduğunu bile bile hemde
iki yüzlü şey
hatta BEŞ yüzlü.))
dün bir ara aziz dostum sbist le konusmayı özlediğimi düşündüm
sonra özlediğim kişinin uzun süre önce eskitilmiş bir bar duvarının hemen sağında
yeşillerle kontrast oluşturan gömleğiyle bir fotoğraf karesinde mahsur
kaldığını
son depremde çıkan yangında da bütün albümlerin yandığını
yok olduğunu hatırladım.
bir sepet baharatlı elma dilim patates ve chicken fingers please!
ve bira bira bira
bir içki olsaydım kesinlikle bira değil
daha ağır daha
akılda ağızda beyinde kalıcı birşey olurdum sanırım
ama kesinlikle bayıldığım bad ass erkek arkadasım bira olurdu.)

Better late than never and
Better without you

böyle birşeyler işte.

Hiç yorum yok: